Ekonomi Notları: 11.05.2006

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Ödemeler dengesi açıklandı, onun üzerine biraz da konuşacağız. Dün de bir haber vardı, Maliye Bakanlığı verilerine göre.3 aylık cari açığın 8.6 milyar dolar olduğu hakkında.

 

Hasan Ersel: Evet. Bir fıkra anlatarak başlamak istiyorum. Karadenizli övünüyormuş, "hamsinin bin cins yemeği olur", "ya atma, bir tane örnek ver" demişler, "hamsi tatlısı" demiş. Karşısındaki de "tamam inandım" demiş. Şimdi bu cari açığın da bin tane yorumu çıktı, binbirinciyi yapacağız inanabilirsiniz veya programın adını artık "cari açık" koyalım. Önce rakamlara bakalım, 2006'nın ilk 3 ayında cari açık 8,622 milyon dolar, geçen yıl 6.195 milyon dolardı.

 

ÖM: Çok büyük bir fark var.

 

HE: Yükselme var. Tabii sıçramış değil, geçen senenin ilk 3 ayından sonraki dönemlerde yavaş yavaş artmaya başladı. Ne olup bittiğine kısaca bakalım ana kalemler itibariyle; 2006'nın ilk çeyreğinde ihracatımız, bir yıl önceki aynı döneme oranla %4.3 artmış, ithalat %13.2 artmış, sonuçta da dış ticaret açığı %60.2 artmış. İthalat daha fazla olduğu için dış ticaret açığı daha hızlı büyüyor. Demek ki ihracatın artış hızı çok fazla değil, %4.3, yani büyük bir şey yok. İthalat ise eski temposunu koruyor gibi. Cari açıktaki büyüme de büyük ölçüde buradan kaynaklanıyor. Yani diğer kalemlerin katkısı ihmal edilebilir derecede az, yani hizmetlerden vs. gelen etki o kadar önemli değil, ufak tefek şeyler var.

Bu dönemde başka ne olmuş? Merkez Bankası'nın döviz rezervlerine bakıyoruz, Merkez Bankası'nın döviz rezervleri 7.1 milyar dolar artmış bu dönemde. Yani Türkiye'ye epeyce para girmiş, 3 ayda da 16.5 milyar dolar kaynak girmiş, yani döviz bolluğu var.

 

ÖM: Evet, öyle olması gerekiyor.

 

HE: Nitekim de piyasalarda onu gördük. Bu döviz bolluğu nasıl olmuş, kaynaklarına bakalım. Ben yine bütün kaynaklar üzerinden gitmeyeceğim, bir iki yere işaret edeceğim. En merak konusu olan doğrudan yatırım, "Türkiye'ye doğrudan yatırım yapılıyor mu yapılmıyor mu?" bu çok önemlidir deniyor.

 

ÖM: Evet, "doğrudan yabancı sermaye" dedikleri.

 

HE: O konuya oturup biraz etraflı bakmak lazım, bir gün belki sadece o kaleme bakarız, çünkü içinde çok farklı kalemleri toplayan bir büyüklük, yorumuna dikkat etmek lazım. Doğrudan yatırımlar bu dönemde 1.2 milyar dolar olmuş, bu bir yıl önceye oranla %102.6 artmış, ciddi artış var. Yalnız bir şeye dikkati çekeyim; geçen senenin aynı döneminde gayrimenkule yapılan doğrudan yatırım, o dönemde yapılan toplam doğrudan yatırımın %46'sı imiş. Yani yarısına yakın miktarı gayrimenkul yatırımı imiş. Bu sene %76'sı o.

 

Avi Haligua: Peki bunun anlamı ne oluyor?

 

HE: Yorum açısından söylüyorum; doğrudan yatırım deyince hemen kafamızda, "ha, geldi, fabrika yaptı, üretim kapasitesini arttırdı" gibi bir fikir uyanıyor, öyle düşünüyoruz, bu nokta önemli, yani gelinmiş Türkiye'de gayrimenkul alınmış, bunun karşılığında para verilmiş, o parayı alan bunu yatırıma dönüştürür veya dönüştürmez, o onun bileceği iş, buna dikkati çekmek istiyorum. "Doğrudan yatırım arttı" denir denmez otomatik olarak Türkiye'nin üretim kapasitesi arttı sonucuna varmamak lazım, dikkatli bakmak lazım.

 

İkinci bir nokta daha var; geçen sene Türk firmaları gitmişler yurtdışında doğrudan yatırım yapmışlar, bu arzu edilen bir şey, "büyük bir rakam mı?" diye sorarsanız, değil ama 133 milyor dolar yatırım yapılmış geçen sene yurtdışında. Ama bu sene durum tersine, her ne kadar Türk firmaları yurtdışında 144 milyon dolar yatırım yapmışsa da, 323 milyon dolar yatırımını yurtdışından çekip buraya getirmiş gözüküyor. Tabii bunun çeşitli mekanizmaları var, oradaki fabrikayı kapattı anlamında söylemiyorum, çeşitli şekilerde yapılabilir. Bu da bir başka şeyi gösteriyor, Türk firmaları geçen sene yurt dışına yatırım yaparken, bu sene yurtdışındaki yatırımlarını 'tasfiye etmiş' ve geriye net 179 milyon dolar getirmiş gözüküyor. Bunu bir finansman kaynağı olarak düşünmek lazım, demek ki geçen seneden bu seneye finansman ihtiyacı yönünde bir değişiklik var ki böyle bir durum çıkmış ortaya. Son kalemle bağlayacağım; ödemeler dengesini çeşitli şekillerde toparlamak mümkün, en büyük finansman kalemi hangisi? Diğer kesimler başlığı altında toplanan, özel kesimin kaynak temini kalemi 9.2 milyar dolar. Bir kaç yere dağılmış olduğu için toplamını alıyorum, bundan da kastettiğim kredi ve ticari kredilerin toplamı. Yani özel kesim borçlanmış, yani bizim içeriye giren dövizin finansmanında en önemli kalem borçlanma kalemi. Bu %836 artmış, çünkü geçen sene 2005'de aynı dönemde özel kesimin borçlanma rakamı 1.1 milyar dolar. O yüzden olaya baktığımız zaman, "cari açık sorun mudur?" dediğinizde, neye bakıyoruz ona dikkat etmek lazım. Böyle bir cari açık verilmiş, bununla ithalat yapılmış, bununla üretim yapılmış, yalnız bunun karşılığında özel sektörün dış aleme olan borcu artmış. Bu artış sorun doğurur mu doğurmaz mı? Konu budur.

 

ÖM: Doğuracak gibi de görünüyor herhalde değil mi?

 

HE: Ben biraz tedirgin olanlar grubundanım, bir miktar daha rahat olanlar grubu var, yani şöyle düşünülebilir; "niye bu borcu alıyor, iş yapmak için alıyor." Bu iş sadece ticaretle ilgili değil, çünkü ticari kredi kalemi düşük, yani onun payı 9 milyar dolar içerisinde daha düşük, büyük olan kısım, doğrudan 8 küsur milyar doları dışarıdan borç alınmış. Ama şöyle düşünülebilir, "belki bu alınan borçlar üretim kapasitesinin arttırılmasına, vs. kullanılacaktır, önümüzdeki dönemde bu Türkiye'nin üretimini ve ihracatını arttıracaktır, bu borcu firmalar azaltacak ya da tasfiye edecektir." Bu fikre daha çok prim veren görüş bundan korkmayabilir. Ben rakamların büyüklüğü nedeniyle biraz çekiniyorum. Bir de dünya konjonktürünün değişmekte olduğunu düşünüyorum, esas mesele o. Türkiye açısından, dünya konjonktürünün değişmesi nedeniyle bu tür borçlanm olanaklarının kısılabileceği, maliyetinin yükselebileceği, hele kontratlar da değişken faizle yapılmışsa onların yükünün de artabileceği, dolayısıyla önümüzdeki dönemde ödemeler dengesi üzerinde daha çok yük birikebileceğini düşünüyorum.

 

ÖM: Anlaşılan bu böyle devam edecek bir süre daha.

 

HE: O iyimser bir yorum. Bu cari açığın binbirinci yorumu da var ya, bir de onu yapayım; Kopenhag iktisadi kriterlerinden bir tanesi, yani birinci iktisadi kriterin alt maddesi olarak düşünülebilecek bir madde de şudur; uygulanan iktisat politikasının geniş toplumsal destek görmesi. Yani vatandaşlara rağmen iktisat politikası olmaz, yani ya diktatörlük olur, o zaten konu dışı ya da politika devam edemez insanlar direnir. Ben şöyle bakıyorum, Türkiye'de uygulanan iktisat politikası geniş kabul gören bir politika mı? Bunun iki tane testi vardır, bir tanesi, toplum karşı çıkar, mahkemeye gider, sokakta yürüyüş yapar, vs. o bazı olaylarda oluyor, bazı olaylarda olmuyor, yani o açıdan Avrupa'dan çok büyük bir farkımız olduğunu sanmıyorum, orada da bazı şeyler sert direnişle karşılanıyor, bizde de belli yasalarda öyle oluyor, bazılarında daha az tartışma oluyor, orada pek bir sorun yok. Fakat bir olay daha vardır, bir benzetme yapayım; çocuğunuz yaramazlık yapar, nasihat verirsiniz, çocuğunuz da o sırada 'şu laf bitse de ben bildiğimi okusam" havasındadır, sonunda yine bildiğini okur ama 'hayır' demez, yani 'hayır' deyip de hadiseyi karıştıracağına onları büyük bir sıkıntıyla dinleyip bildiğini okumaya devam etmeyi planlıyordur. İktisat teorisinde bunun bir karşılığı var, buna "özendirme uygunluğu" deniyor, direk karşı çıkmıyor veya o politakanın isteklerine uymuyor, ama fiilen bildiğini okumaya devam ediyor, böylelikle de politika işe yaramaz hale geliyor. Ama hiç kimse de hükümete veya bunları kim uyguluyorsa onlara kalkıp bağırıp çağırmıyor ama davranışları da değişmiyor. 2002 yılından sonra uygulanan programın özü şudur; kamu kesiminde çok ciddi bir dengesizlik yaratıldı birikimli olarak zaman içinde, onun düzeltilmesi lazım. Bu bir yük getirecek, bu yükü de hem kamu kesimini yeniden yapılandırarak, çalışma biçimini değiştirerek, hem de özel kesime, bazı yükler, vergi vs. gibi yükler getirerek yapacak. Vergi vs. derken, bazı kamu hizmetleri veya kamu destekleri eskisi kadar olmayacak veya hiç olmayacak. Bu da bir yük tabii, eskiden varolan bir avantajdan mahrum kalacaksın. Bunun sonucunda politikanın doğru formüle edilip, tüm boyutları ile kamuoyuna anlatılmış olaması durumunda şunu beklerdiniz; "Eh önümüzde bir sıkıntılı dönem var, tedbirimizi alalım, ona göre tasarruflarımızı arttıralım, aman ne olur ne olmaz!"  Şimdi rakamlara bakıyorum, Türkiye'de tasarruf eğilimi 2003 yılında %24.6 imiş, yani özel tasarruflar gelirimizin %24.6'sı imiş. Bu 2004'te 21.6'ya düşmüş, 2005'te de %17.8'e gerilemiş. Ben buna bakınca az önce anlattığım çocuğun hikâyesini görüyorum, harcama yapmaya devam ediyor, tasarruflarını kısıyor, ona söylenenin tam tersini yapıyor. Bu tablo bana, toplumda geniş kabul görmüş bir iktisat politikası olmadığını gösteriyor. Çünkü toplum fiilen bu politikanın insan davranışlarından beklediği sonucu göstermiyor. Bu ne demek? "Bu politikanın yürütülmesinde sorun var, bu yürüyemez" demek, ya da bu politikayı yürütmek gerektiğinde başka araçlar, başka ikna yolları, mesela sorunun daha iyi anlatılması, gibi bir şeyler yapılması gerektiğini gösteriyor diye yorumluyorum. Belli ki bu tasarruf eğilimindeki azalma Türkiye'nin sorundur. Çünkü cari açık içeride yaptığımız harcamaları karşılayacak tasarrufu, dışarıdan aldığımızı gösterir. İç tasarrufumuz düşüyor, yatırım oranımız çok hızlı yükseldiği için tasarruf açığı vermiyoruz, tasarruf oranımız da düştüğü için ve ciddi için düştüğü için tasarruf açığı veriyoruz. Bu da bana bir anlamda bir pasif direnme gibi geliyor.

 

ÖM: Bu ileride de sürtüşme, daha gergin bir sürtüşme alanına da dönüşebilir belki.

 

HE: Onu da iktisat terimleriyle söyleyeyim, cari açık veremediğimiz bir durum olduğunu düşünelim; diyelim ki finansman olanaklarımız daraldı, bu ne demektir? İçeride, özel karar alıcıların kendi harcamaları ile kamunun yeniden yapılanmasının gerektirdiği harcamaların toplamı aşıyor elimizdeki imkânları. Bir gelir çekişmesi sürecine girebiliriz. O da kendini enflasyon olarak gösterir. Daha evvel de böyle bir şey vardı. Dikkat edilmesi gereken bir yerdeyiz, yani "enflasyon düştü, bir daha yükselmez" demek doğru değil, çünkü böyle bir dinamik var. Enflasyon bir daha yükselmeyecek bir düzeyde değil, yani zaten böyle bir şey çok zor ama zaten %2'lerde, 1'lerde olan bir enflasyondan bahsetmiyoruz, halen yüksek bir enflasyon söz konusu ve olayın arkasında da böyle bir kaynak yetmezliği yatıyor ve bunu da somut olarak cari açığın büyümesinde, tasarruf oranının düşmesinde görüyoruz ki bunlar aynı olayın iki ayrı yönü.

(11 Mayıs 2006 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)